27 Ekim 2009 Salı

Günün Sözü

Yaşam, aldığımız soluklarda değil, soluk kesen
anlardadır.

16 Ekim 2009 Cuma

yeni link listesi

nck:krckrk-krcslm-1.25.2
II-www.zeitgeisthareketi.org mutlaka izlenecek.
A-Film Mp4 linkleri
1-hemmenindir
2- hitfilmindir
3-filmkolik.net
4-divxm.com
5-filmlerim.net
6-cshtr.com
7-dizivefilm.com
8-diziizleyelim.com
9-mayfilm
10-limitsiz.org
11-Sinemalar.com
12-baglanbize
13-mp4dünyası
14-divxkurdu
15-belestv.com
16-arpasuyu.com
B-Forum
1-www.uyurgezer.net
2-www.mayonez.net
C-İlginç
1-interesan.com
2-filimk.com

14 Ekim 2009 Çarşamba

Günün Sözü

Acligin oldugu yerde ahlak aranmaz !!! Eski bir Cin Atasözü(14.10.09)

Kuzey Koreyi tanıyalım 2

Kuzey Kore’nin kurucusu Kim İl Sung, 1994 yılında öldü. Yerine, oğlu Kim Jong İl geçti. Müteveffa diktatöre ‘Ebedi Önder’, bayrağı ondan devralan mahdumuna da ‘Sevgili Önder’ adı verildi.Sevgili Önder nükleer silahlarla oynamayı çok seviyor. Bu da epey pahalı bir iş. Öte yandan ülke fakirlikten kırılıyor. 90’lı yılların sonundaki kıtlık sırasında yaklaşık üç milyon insanın açlıktan öldüğü tahmin ediliyor. Kısacası rejimin vaad ettiği ‘sosyalist mucize’den eser yok. Başarının b’si yok. Peki rejim bir özeleştiri yapıyor mu?Ne gezer... Kongdan Oh ve Ralph C. Hassig, ‘North Korea’ adlı kitaplarında anlatıyorlar:‘Kuzey Kore’nin liderleri sosyalist ideolojinin istikrarsızlığını üç faktörle açıklıyor: Henüz reforme edilememiş (parti ideolojisini özümsememiş) kitlelerde bireysellik bilincinin devam etmesi. Emperyalistlerin sosyalist düzeni yıkmak için gizli yollar denemesi. Ve ‘emperyalistlerin ajanlarının’, yani ülkedeki rejime muhalif olan yerel unsurların, sosyalizmi ‘içerden’ çökertmeye çalışması.’ (s. 27)Devrimin bekçisi: OrduBir başka deyişle Kuzey Kore’nin tüm sorunu ‘iç ve dış düşmanlar’... Bunları tepelemek için de güçlü bir aygıt var: Ordu!.. Anayasa’nın 59. Maddesi şöyle diyor: ‘Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde Silahlı Kuvvetler’in misyonu, işçi sınıfının çıkarlarını, sosyalist sistemi ve devrimin kazanımlarını korumaktır.’ Yani, Kongdan Oh ve Ralph C. Hassig’in ifadesiyle, ‘ordunun asli görevi ülkeyi dış tehditlerden korumak değil, ‘işçi sınıfı’ diye ifade edilen komünist partinin iktidarını korumak.’Zaten Sevgili Lider Kim Jong İl de, ‘ordu, devrimin ana dayanağı ve gücüdür’ diyerek, bu militarist yapıya komünist teori açısından bir gerekçe kazandırmış durumda.Ordu, bu ‘koruma’ işini vatandaşları yakın takibe alıp fişleyerek ve zararlı gördüklerini cezalandırarak yapıyor. Toplum, ‘merkezi sınıf’, ‘sallantılı sınıf’ ve ‘düşman sınıf’ olarak üçe ayrılmış durumda. Toplumun yüzde 20-25’ini oluşturan ‘düşman sınıf’ta rejime bir şekilde muhalefet ettiği düşünülen insanlar var. Bunların en tehlikeli görülen 200 bin kadarının hali hazırda toplama kamplarında ‘hayvanlara yakın bir hayat standardında’ yaşadığı tahmin ediliyor.Eğitim yoluyla beyin yıkamaAncak korku ve cezalandırma, rejimin asıl güç kaynağı değil. İşin sırrı, beyin yıkamada. Bu da çocuk yaşta başlıyor. Oh ve Hassig’in eğitim sistemi hakkındaki tespitleri ilginç:‘İlkokulda öğrencilerin öğrendiği temel konular arasında Kim İl Sung’un çocukluk günleri de var... Kim’in adı ders kitaplarında nerede geçse ‘Şerefli Üstün İnsan’ veya ‘Yol Gösterici Öğretmen’ gibi sıfatlarla övülüyor... Bütün bilgeliğin kaynağının o olduğu imajı veriliyor... Okul kitapları, Kim’in çocukları ne kadar çok sevdiğini anlatan pasajlarla dolu... Müzik sınıfında öğrenciler, ‘bizi toplumun gelecekteki direkleri olarak yetiştirdiğin için teşekkürler sana Mareşal Kim İl Sung’ gibi şarkılar söylüyorlar... Kim İl Sung’un bazı önemli konuşmalarını da ezbere bilmeleri gerekiyor.’ (s. 140-141)Bu daimi beyin yıkamadan geçen Kuzey Kore halkının önemli bir bölümü, rejimin doğruluğuna samimi olarak inanıyor. Hayatları aslında epey zor, komşuları Güney Kore’nin yaşam standartlarının fersah fersah gerisindeler. Ülkede bırakın bilgisayarı, interneti, en temel ihtiyaç ve gıda malzemelerine ulaşmak bile zor. Toplumun her alanına nüfuz eden despotizm de cabası.Ama yine Kuzey Koreli olmanın bir kolaylığı var: Oh ve Hassig’in ifadesiyle, ‘düşünmek zorunda olmamanın rahatlığı’...
Alıntı : Gazetestar Mustafa Akyol (10.6.09)

Kuzey Koreyi tanıyalım 1

Yeryüzünün en tuhaf rejimlerinden birine sahip olan Kuzey Kore, şu aralar yeniden gündemde. Ülkeyi yöneten komünist dikta, geçenlerde ‘Hiroşima kadar büyük bir nükleer deneme’ gerçekleştirdi. Nüfusun büyük bölümü açlık sınırında yaşam mücadelesi vermesine rağmen...Peki nasıl bir rejim bu Kuzey Kore? Nasıl işliyor? Halkının nezdinde nasıl meşruiyet buluyor?Bu soruların cevabını merak ettiğimden geçenlerde biri Koreli bir diğeri Amerikalı iki uzmanın (Kongdan Oh ve Ralph C. Hassig) yazdığı ‘North Korea Through the Looking Glass’ (Aynada Kuzey Kore) adlı kitabı okudum. Öğrendiğim enteresan şeyler var, biraz anlatayım.Putlaştırılmış liderYazarların da vurguladığı gibi Kuzey Kore rejiminin temelinde ‘putlaştırılmış lider’ olgusu yatıyor. Bu lider, Japonlarla savaşarak ülkeyi işgalden kurtaran bir asker olan Kim İl Sung. Aslında adamın gerçek ismi Kim Song-Ju, ama diktatör olduktan sonra bu yüceltici ismi kazanıyor. Kendisine ayrıca ‘ulu ve iyiliksever önder, öğretmen, baba’ anlamlarına gelen ‘Oboi Suryong’ da deniyor.Kim İl Sung’un heykelleri ve tabloları ülkenin dört bir tarafında. Tablolarda çoğunlukla boyu dağları aşan, başı bulutlara varan dev bir figür olarak resmediliyor. Bunlara karşı saygısızlık yapanlar, örneğin tozlanmalarına izin verenler, disiplin cezasına çarptırılıyor. Gazete veya dergilerdeki resimlerinin katlanması veya kıvrılması bile iyi karşılanmıyor.Kim İl Sung’un sözleri ise, her işin özü, her meselenin başı sayılıyor. Oh ve Hassig’in vurguladığı gibi, ‘Kuzey Kore basınındaki makalelerin neredeyse hepsi, ‘Kim İl Sung’un dediği gibi’ diye başlıyor. Konu ister dış politika isterse domuz tarımı olsun...’ (s. 18) Rejim bazen ihtiyaç duyduğunda Kim İl Sung’un aslında söylemediği sözleri de ona atfedebiliyor; tüm meşruiyetin kaynağı o olduğu için.Ülkenin resmi ideolojisi, Kim İl Sung’un ana hatlarını oluşturduğu ‘Kim İl Sungçuluk’. Bunun en önemli ilkesi de ‘juche.’ Juche’nin iki temel sloganı var: ‘Tam bağımsızlık’ ve ‘kendi kendine yeterlilik.’ Anayasa’nin 3. maddesi, ‘Juche, halkın bağımsızlığını sağlayan devrimsel bir ilkedir’ diye yazıyor. Rejim öyle bir propaganda yürütüyor ki, kitleler ‘juchesiz bir insanın değersiz, juchesiz bir ülkenin sömürge’ olduğuna inanıyorlar. Bu sayede toplumun dış dünyadan tümüyle izole edilmesi ve resmi ideolojiye tutunması sağlanıyor.‘Bilimsel ve tam bağımsız’Resmi metinlerde juche’nin ‘tümüyle bilimsel bir ilke olduğu’ da özellikle vurgulanıyor. Dahası bu ideolojinin ‘hümanist’ bir temeli de var. Kuzey Kore haber ajansı, juche’nin ilkelerini açıklarken ‘insan her şeyin efendisidir ve her şeye karar verir’ diyor. İdeolojinin amacının da ‘insanların her türlü sömürü ve baskıdan kurtarıldığı, bağımsız ve yaratıcı bir hayat sürdükleri bir toplum yaratmak’ olduğu müjdeleniyor.Ama burada kritik bir detay var: İnsanların kendi kararlarını veren birer ‘efendi’ olabilmeleri için öncelikle juche’yi iyice anlayıp özümsemeleri gerekiyor. Bu da öyle kolay bir şey değil. Çünkü juche, ‘yongsaeng pulmyol ui chili’, yani anlaşılması epey zor olan bir ‘ebedi hakikat’! İşte bu yüzden toplumun ülkeyi yöneten dikta rejiminin ‘yol göstericiliğine’ ihtiyacı var. Bu yol göstericiliğin kesintiye uğramaması için de ülkenin ‘emperyalistlerden ve onların ajanlarından’ korunması gerekiyor. Bu da yine ‘tam bağımsızlık’ ile mümkün!Oh ve Hassig, püf noktayı şöyle özetliyorlar:‘Kuzey Kore metinlerinde hürriyet kavramı ile kastedilen şey, bireysel özgürlük değil ulusal bağımsızlıktır. Bu da ancak tüm halkın partinin yol göstericiliği altında kenetlenmesi ile sağlanabilir.’ (s. 21)Nasıl, bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
Alıntı :Gazetestar Mustafa Akyol (8.6.09)

Arsızlık yoksulun tek silahıdır

06/10/2009 03:51
Arsızlık yoksulun elinde tek silahtır artık ve hiçbir talebinden utanmaması gerektiğini bilmelidir yoksul ve artık bizim de onlarla beraber öğrenmemiz gerekiyor bunu. Yani dememiz o ki: Dünya'nın bütün yoksulları arsızlaşın!
document.write();

YAKUP YILMAZ (Arşivi)
İstanbul’daki sel felaketinin ardından gerçekleşen yağma olaylarını haber eden televizyon muhabirleri, felaketin faturasını bu yağmacılara çıkardı! Muhabirlerin, bu haberleri vermesini sağlayan ve içinde oldukları ağı düşününce bu ağdaki insanların büyük bir kısmının da aynı düşüncede olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bu haberi yapmasını isteyen kimi itkilerin olduğunu bile söyleyebiliriz. Yapanın ve seyredenin hemen aynı “ahlaksızlık” suçlamasında buluştuğu bu haberler üstüne durulması gerekiyor. Çünkü felaket ve ahlaksızlık her zaman olduğu gibi yine yoksulun başının altından çıkmıştı bize göre. Sel felaketi ile ilgili haberler birkaç bölümden oluşuyordu. Bu, “ahlaksız” yağmacı yoksul haberleri ile beraber verilen haber bölümlerinden biri mağdur işadamı haberiydi. İşadamının deposunu sular basmış ve trilyonlarını kaybetmiş ama metanetini hiç kaybetmemişi. Hemen ardından gelen yağmacı haberlerinde ise yağmacılar ahlaksızlığın verdiği coşkuyla üstelik “organize” bir şekilde sele kapılan malları yağma ediyorlardı. Bu yağma görüntüleri arasında, kendi malını kurtarmaya çalışan bir şirketin elemanları kahramanca bir uğraşın terini dökerken gösteriliyor ve bu görüntüler beraberinde verildiği yağma görüntülerindeki insanların ahlaksızlıkla oluşturduğu tezat ile bu ahlaksızlığı vurguluyordu. Yağmacılar ahlaksızlık ortaklığında coşkulu ve organize çalışırken, bu şirketin çalışanları bu kahramanca uğraşlarında yalnız bırakılmışlardı. Muhabir bu organize olma halini tekrarlanan görüntüler eşliğinde, “işte bakın, nasıl da organize çalışıyorlar, insan kurtarma çalışmalarında böyle çalışsalardı ölü sayısı bu boyutlara varmazdı” diyerek kınıyor ve ölü sayısından onları sorumlu tutuyordu. Hatta mallarını kurtarmaya çalışan şirket elemanlarının yalnız bırakılmış kahramanlıklarını,“çalarken varlar da, kurtarırken yoklar değil mi?” diyerek destekliyor ve bu çalışanlara moral destek veriyordu. Çalışanlar da “kimsenin ahı kimseye kalmaz” diyerek hem ona teşekkür edip hem de bu zalim ve ahlaksız yağmacıların cezalarını mutlaka çekeceğini söylüyordu. Muhabir vatandaşlık görevini yerine getiriyor ve kameranın ifşa edici ve aynı zamanda seyircinin kınayan bakışının yüklenerek gösterdiği etki ile bu yağmaya engel oluyor, topladığı malları satmaya çalışan yoksulluğu ve başka çaresi olmadığı her halinden belli olan bir yağmacının utanıp, satmaya çalıştığı yağma mallarını bırakıp gitmesini sağlıyor ve bir yanlışı medyanın “eleştiri” görevini yerine getirerek düzeltiyordu. Bunu yaparken, oradan uzaklaştığı anda bu “ahlaksız” yağmacının geri geleceğini biliyordu. Sonuç olarak haberler, “ahlaksız” yağmacıların çokluğu ve organize olması (Bu organize olma halindeki utanmazlık, işçi örgütlülüğü için düşünüle gelen utanmazlık ile aynıdır herhalde) ile mağdur işadamı ile şirket çalışanlarının yalnızlığı ve kahramanlığı karşıtlığını vurguluyor ve bize kimlerden yana nasıl hislenmemiz gerektiğini anlatıyordu. Yani felaket Dünya’yı ve insanı kendi kârının aracı, bunun dışında her şeyi teferruat olarak gören, insanların yoksulluğu ve ekolojik dengeyi zerrece umursamayan bir sistemin sonucu değil de bu “ahlaksız” yoksulların suçuydu. Derenin taşmasına sebep oldukları yetmiyormuş gibi bir de ölenlerin hatırasını, insanların çektiği acıyı hiçe sayıp hiçbir şey olmamış gibi yağma yapıyorlardı. En iyimser şekilde söylersek unuttuğu ama aslında unutmak değil de görmezden geldiği bir şey var haberi yapan muhabirin ve onunla aynı şeyleri hisseden biz seyircilerin! Yoksulluk önce arsızlaştırır! Hakkı olan bir şeyi elde edemeyişin hıncıyla, taleplerini görmezlikten gelen bir sisteme karşı bütün moral değerlerinden vazgeçer yoksullar. Bize aşağılayıcı ve korkunç görünen her şeyi yapmaya hakları olduğunu düşünürler ve öyledir de. Yardım dağıtımları sırasında yaşanan izdiham ve kavga görüntüleri burada gördüğümüzden çok da uzakta değildir. Bu dağıtımlar sırasında gördüğümüz kavga görüntüleri, bizim yüzümüzde bir mahcubiyete sebep olan görmek istemediğimiz görüntülerdir ama bu görüntülerde seyrettiğimiz insanlar için (ki yoksullukları, yoksulluğun neliği üstüne süregelen bütün tartışmalardan muaftır ve mutlaktır) neyle adlandırılırsa adlandırılsın yapılması gereken bir şeydir. Yoksullar arsızlaşır, çünkü bildikleri, bilmeseler de hissettikleri bir şey vardır. Onları yoksullaştıran şey onların yakalandıkları arsızlıktan çok daha büyük bir arsızlıkla mümkündür ve onların yaptığı ve bizim adına “ahlaksızlık” dediğimiz şeyden çok daha büyük bir ahlaksızlık içerir ama kendini en yüksek ahlak olarak sunar. Kapitalist sistemin doğasında yer alan yoğun sömürü ve yoksullaştırıcı unsurları görünmez kılan ideolojik bir durumdur bu. Kapitalizmle ilgili anlatılan her hikâyeye, büyük bir yoksulluk hikâyesi eşlik eder, etmiştir ve onun yoksulluğa neden olan ahlaksız dinamikleri inatla görmezlikten gelinir. Yoksulluğun bu derece yoğunlaşmasına neden olan bu ahlaksız nedenleri görmezden gelen bu muhabir ve onun yakalandığı konumdan konuşan kişiler, can havliyle, yoksulluklarını birazcık olsun dindirmek için yağma yapan bu yoksul ve yağmacı insanları yerden yere vuruyor, onları felaketin ve bu felaketin sonuçlarından sorumlu tutuyor. Yoksulların arsızlıklarını gözümüze sokan bu haberler, yıllardır var olan ve olmaya da devam edecek olan bu büyük ahlaksızlığı ısrarla görmezden geliyor, hatta bu ahlaksızlığa milli ekonominin gelişmesi diyerek, onun gerekliliğini anlatıp duruyor, zengin işadamlarımızın zenginlikleri ile övünüyor ama bu zenginliğin arka bahçesini görmezden geliyor. Slavoj Zizek'in Stolerdjik’ten alıntılayarak Sinizm dediği ideolojik vak’a bu! “Sinizm, ideolojik evrenselliğin ardındaki tikel çıkarın, ideolojik maske ile gerçeklik arasındaki mesafeyi tanır, hesaba katar ama yine maskeyi korumak için nedenler bulur. Bu sinizm dolaysız bir ahlaksızlık konumu değildir, daha çok ahlaksızlığın hizmetine koşulmuş bir ahlaktır- sinik hikmetin modeli, doğruluğu, dürüstlüğü en üst namussuzluk biçimi olarak, ahlakı en üst utanmazlık biçimi olarak, doğruyu da en etkili yalan biçimi olarak kavramaktır.” “ Yasadışı zenginleşme karşısında, hırsızlık karşısında siniğin tepkisi yasal zenginleşmenin çok daha etkili olduğunu ve üstelik yasalarca koruma altına alınmış olduğunu söylemekten ibarettir. Bertolt Brecht’in üç kuruşluk operada söylediği gibi “yeni bir bankanın kurulması yanında bir banka soygunu nedir ki?”” Bu haberler sırasında yağmacılardan (Çoğu yaptıklarından utanıyordu ama kendini yapmak zorunda hissediyordu) birisinin, kendisine tutulan mikrofona, yaptıklarını savunmak için verdiği cevaplara muhabir yüzsüzlük demişti. Kendini yoksullaştıran sisteme her karşı çıkışlarında ( Bizim ülkemizde bir türlü hakkıyla olmuş değildir) yoksulların, kapitalistler tarafından aynen böyle algılandığını unutmamak gerek. “Sınıf” gibi, sınırları ve tanımı tartışmalı olduğu için tehlike içeren bir adlandırma yapmadan, yaşanan ve insan onuruna yakışmayan bir şey olarak yoksulluğa yakalanmış bu insanların bu yağmadaki haklı arsızlıkları yoksulluklarına sebep olan uygulamalara karşı, çok daha keskin ve şenlikli bir dille yönelmelidir. Daha iyi bir yaşamı aynı arsızlıkla ısrarla istemelidirler! Arsızlık yoksulun elinde tek silahtır artık ve hiçbir talebinden utanmaması gerektiğini bilmelidir yoksul ve artık bizim de onlarla beraber öğrenmemiz gerekiyor bunu. Yani dememiz o ki: Dünya’nın bütün yoksulları arsızlaşın!
Alıntı:Radikal(6.10.09)