14 Ekim 2009 Çarşamba

Arsızlık yoksulun tek silahıdır

06/10/2009 03:51
Arsızlık yoksulun elinde tek silahtır artık ve hiçbir talebinden utanmaması gerektiğini bilmelidir yoksul ve artık bizim de onlarla beraber öğrenmemiz gerekiyor bunu. Yani dememiz o ki: Dünya'nın bütün yoksulları arsızlaşın!
document.write();

YAKUP YILMAZ (Arşivi)
İstanbul’daki sel felaketinin ardından gerçekleşen yağma olaylarını haber eden televizyon muhabirleri, felaketin faturasını bu yağmacılara çıkardı! Muhabirlerin, bu haberleri vermesini sağlayan ve içinde oldukları ağı düşününce bu ağdaki insanların büyük bir kısmının da aynı düşüncede olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bu haberi yapmasını isteyen kimi itkilerin olduğunu bile söyleyebiliriz. Yapanın ve seyredenin hemen aynı “ahlaksızlık” suçlamasında buluştuğu bu haberler üstüne durulması gerekiyor. Çünkü felaket ve ahlaksızlık her zaman olduğu gibi yine yoksulun başının altından çıkmıştı bize göre. Sel felaketi ile ilgili haberler birkaç bölümden oluşuyordu. Bu, “ahlaksız” yağmacı yoksul haberleri ile beraber verilen haber bölümlerinden biri mağdur işadamı haberiydi. İşadamının deposunu sular basmış ve trilyonlarını kaybetmiş ama metanetini hiç kaybetmemişi. Hemen ardından gelen yağmacı haberlerinde ise yağmacılar ahlaksızlığın verdiği coşkuyla üstelik “organize” bir şekilde sele kapılan malları yağma ediyorlardı. Bu yağma görüntüleri arasında, kendi malını kurtarmaya çalışan bir şirketin elemanları kahramanca bir uğraşın terini dökerken gösteriliyor ve bu görüntüler beraberinde verildiği yağma görüntülerindeki insanların ahlaksızlıkla oluşturduğu tezat ile bu ahlaksızlığı vurguluyordu. Yağmacılar ahlaksızlık ortaklığında coşkulu ve organize çalışırken, bu şirketin çalışanları bu kahramanca uğraşlarında yalnız bırakılmışlardı. Muhabir bu organize olma halini tekrarlanan görüntüler eşliğinde, “işte bakın, nasıl da organize çalışıyorlar, insan kurtarma çalışmalarında böyle çalışsalardı ölü sayısı bu boyutlara varmazdı” diyerek kınıyor ve ölü sayısından onları sorumlu tutuyordu. Hatta mallarını kurtarmaya çalışan şirket elemanlarının yalnız bırakılmış kahramanlıklarını,“çalarken varlar da, kurtarırken yoklar değil mi?” diyerek destekliyor ve bu çalışanlara moral destek veriyordu. Çalışanlar da “kimsenin ahı kimseye kalmaz” diyerek hem ona teşekkür edip hem de bu zalim ve ahlaksız yağmacıların cezalarını mutlaka çekeceğini söylüyordu. Muhabir vatandaşlık görevini yerine getiriyor ve kameranın ifşa edici ve aynı zamanda seyircinin kınayan bakışının yüklenerek gösterdiği etki ile bu yağmaya engel oluyor, topladığı malları satmaya çalışan yoksulluğu ve başka çaresi olmadığı her halinden belli olan bir yağmacının utanıp, satmaya çalıştığı yağma mallarını bırakıp gitmesini sağlıyor ve bir yanlışı medyanın “eleştiri” görevini yerine getirerek düzeltiyordu. Bunu yaparken, oradan uzaklaştığı anda bu “ahlaksız” yağmacının geri geleceğini biliyordu. Sonuç olarak haberler, “ahlaksız” yağmacıların çokluğu ve organize olması (Bu organize olma halindeki utanmazlık, işçi örgütlülüğü için düşünüle gelen utanmazlık ile aynıdır herhalde) ile mağdur işadamı ile şirket çalışanlarının yalnızlığı ve kahramanlığı karşıtlığını vurguluyor ve bize kimlerden yana nasıl hislenmemiz gerektiğini anlatıyordu. Yani felaket Dünya’yı ve insanı kendi kârının aracı, bunun dışında her şeyi teferruat olarak gören, insanların yoksulluğu ve ekolojik dengeyi zerrece umursamayan bir sistemin sonucu değil de bu “ahlaksız” yoksulların suçuydu. Derenin taşmasına sebep oldukları yetmiyormuş gibi bir de ölenlerin hatırasını, insanların çektiği acıyı hiçe sayıp hiçbir şey olmamış gibi yağma yapıyorlardı. En iyimser şekilde söylersek unuttuğu ama aslında unutmak değil de görmezden geldiği bir şey var haberi yapan muhabirin ve onunla aynı şeyleri hisseden biz seyircilerin! Yoksulluk önce arsızlaştırır! Hakkı olan bir şeyi elde edemeyişin hıncıyla, taleplerini görmezlikten gelen bir sisteme karşı bütün moral değerlerinden vazgeçer yoksullar. Bize aşağılayıcı ve korkunç görünen her şeyi yapmaya hakları olduğunu düşünürler ve öyledir de. Yardım dağıtımları sırasında yaşanan izdiham ve kavga görüntüleri burada gördüğümüzden çok da uzakta değildir. Bu dağıtımlar sırasında gördüğümüz kavga görüntüleri, bizim yüzümüzde bir mahcubiyete sebep olan görmek istemediğimiz görüntülerdir ama bu görüntülerde seyrettiğimiz insanlar için (ki yoksullukları, yoksulluğun neliği üstüne süregelen bütün tartışmalardan muaftır ve mutlaktır) neyle adlandırılırsa adlandırılsın yapılması gereken bir şeydir. Yoksullar arsızlaşır, çünkü bildikleri, bilmeseler de hissettikleri bir şey vardır. Onları yoksullaştıran şey onların yakalandıkları arsızlıktan çok daha büyük bir arsızlıkla mümkündür ve onların yaptığı ve bizim adına “ahlaksızlık” dediğimiz şeyden çok daha büyük bir ahlaksızlık içerir ama kendini en yüksek ahlak olarak sunar. Kapitalist sistemin doğasında yer alan yoğun sömürü ve yoksullaştırıcı unsurları görünmez kılan ideolojik bir durumdur bu. Kapitalizmle ilgili anlatılan her hikâyeye, büyük bir yoksulluk hikâyesi eşlik eder, etmiştir ve onun yoksulluğa neden olan ahlaksız dinamikleri inatla görmezlikten gelinir. Yoksulluğun bu derece yoğunlaşmasına neden olan bu ahlaksız nedenleri görmezden gelen bu muhabir ve onun yakalandığı konumdan konuşan kişiler, can havliyle, yoksulluklarını birazcık olsun dindirmek için yağma yapan bu yoksul ve yağmacı insanları yerden yere vuruyor, onları felaketin ve bu felaketin sonuçlarından sorumlu tutuyor. Yoksulların arsızlıklarını gözümüze sokan bu haberler, yıllardır var olan ve olmaya da devam edecek olan bu büyük ahlaksızlığı ısrarla görmezden geliyor, hatta bu ahlaksızlığa milli ekonominin gelişmesi diyerek, onun gerekliliğini anlatıp duruyor, zengin işadamlarımızın zenginlikleri ile övünüyor ama bu zenginliğin arka bahçesini görmezden geliyor. Slavoj Zizek'in Stolerdjik’ten alıntılayarak Sinizm dediği ideolojik vak’a bu! “Sinizm, ideolojik evrenselliğin ardındaki tikel çıkarın, ideolojik maske ile gerçeklik arasındaki mesafeyi tanır, hesaba katar ama yine maskeyi korumak için nedenler bulur. Bu sinizm dolaysız bir ahlaksızlık konumu değildir, daha çok ahlaksızlığın hizmetine koşulmuş bir ahlaktır- sinik hikmetin modeli, doğruluğu, dürüstlüğü en üst namussuzluk biçimi olarak, ahlakı en üst utanmazlık biçimi olarak, doğruyu da en etkili yalan biçimi olarak kavramaktır.” “ Yasadışı zenginleşme karşısında, hırsızlık karşısında siniğin tepkisi yasal zenginleşmenin çok daha etkili olduğunu ve üstelik yasalarca koruma altına alınmış olduğunu söylemekten ibarettir. Bertolt Brecht’in üç kuruşluk operada söylediği gibi “yeni bir bankanın kurulması yanında bir banka soygunu nedir ki?”” Bu haberler sırasında yağmacılardan (Çoğu yaptıklarından utanıyordu ama kendini yapmak zorunda hissediyordu) birisinin, kendisine tutulan mikrofona, yaptıklarını savunmak için verdiği cevaplara muhabir yüzsüzlük demişti. Kendini yoksullaştıran sisteme her karşı çıkışlarında ( Bizim ülkemizde bir türlü hakkıyla olmuş değildir) yoksulların, kapitalistler tarafından aynen böyle algılandığını unutmamak gerek. “Sınıf” gibi, sınırları ve tanımı tartışmalı olduğu için tehlike içeren bir adlandırma yapmadan, yaşanan ve insan onuruna yakışmayan bir şey olarak yoksulluğa yakalanmış bu insanların bu yağmadaki haklı arsızlıkları yoksulluklarına sebep olan uygulamalara karşı, çok daha keskin ve şenlikli bir dille yönelmelidir. Daha iyi bir yaşamı aynı arsızlıkla ısrarla istemelidirler! Arsızlık yoksulun elinde tek silahtır artık ve hiçbir talebinden utanmaması gerektiğini bilmelidir yoksul ve artık bizim de onlarla beraber öğrenmemiz gerekiyor bunu. Yani dememiz o ki: Dünya’nın bütün yoksulları arsızlaşın!
Alıntı:Radikal(6.10.09)

Hiç yorum yok: